Osmanlı Yazma Eserlerinde “İçindekiler” Kısmı Var mıydı?


Kitapların başına (ya da bazı Fransızca kitaplarda olduğu gibi sonuna) eklenen içindekiler bölümü, günümüzde hemen hemen her kitapta bulunan ve okurlara yardımcı olan "okur-dostu" bir unsur olarak kabul edilir. Ancak, geçmişteki kitaplara baktığımızda, bu uygulamanın modern dönemde ortaya çıkmadığını görürüz. Dahası, Osmanlıların da yazma eserlerinde, selefleri gibi, bu içindekiler bölümlerini kullandığını ve bunlara "fihrist" adını verdiklerini gözlemleriz.

Osmanlı yazma kitaplarındaki fihristler hakkında maalesef şu an elimizde pek fazla çalışma bulunmamakta. Bununla birlikte, bu konuya dair çalışmalara katkı sağlamak ve konuyu biraz görünür kılmak amacıyla kısa bir yazı kaleme almak istedim.

Genel bir bilgi vermek gerekirse, Osmanlı yazma kitaplarında, seleflerinde olduğu gibi, fihristler genellikle metnin başına eklenirdi. Bu fihristler, çoğu zaman eserin müellifi tarafından değil, eseri kopyalayan müstensihler tarafından eklenir, bazen de sonradan okurlar ya da eser sahipleri tarafından nüshaya iliştirilirdi.

Bu yazıda odaklanacağım örnek, Lâmi’î Çelebi’nin (ö. 1532), 1521 yılında Farsça’dan tercüme ettiği Nefehâtü’l-Üns’ün bir nüshasına dayanıyor. Topkapı A. 1422 katalog numaralı bu nüsha, 1546 tarihlidir ve Lâmi’î’nin tercümesinin bugün bilinen en eski nüshasıdır. Ayrıca, bu nüshanın 1546 tarihinden sonra dolaşımda olduğunu ve daha sonra I. Abdülhamid (ö. 1789) tarafından Enderûn-u Hümâyûn Kütüphanesine vakfedildiğini, nüshanın başındaki boş sayfalarda yer alan şu unsurdan tespit edebiliyoruz:


Şevketlü Sultan Abdülhamid Han efendimiz hazretlerinin Enderûn-u Hümayûn Kütübhanesine vakf-ı şerifleridir.


Nüshaya, asıl konumuz olan fihristler bağlamında daha yakından baktığımızda, bu nüshadaki fihristin zahriyeden hemen sonra bir serlevha ile başladığını gözlemleriz.


Topkapı A. 1422'deki Lâmi’î Çelebi’nin Nefehâtü’l-Üns tercümesinin fihristinin başındaki serlevha


Nüshadaki fihristin ilk kısmı.


Fihristin ilk kısmına baktığımızda dikkat çeken bazı önemli hususlar bulunmaktadır. Örneğin, önce Arap harfleriyle yazılmış metin yer almakta, ardından altınlı mürekkeple mutasavvıfların adını yücelten ifadeler işlenmiş, son olarak ise kırmızı mürekkeple bu mutasavvıfların adını yücelten ya da onlar için dua eden ifadeler verilmiştir. Örnek vermek gerekirse:


Cim — Şeyh İsrâfîl, Kuddise sırruhu


Burada görüldüğü gibi önce Cim harfi, ardından Şeyh İsrafîl'in adı ve sonrasında ise onun adını yücelten veya adına dua eden Kuddise sırruhu ifadesi yer almaktadır. Peki, bu Cim harfi ne anlama gelir?

Öncelikle hatırlatmakta fayda var: Lâmi’î’nin bu eseri bir mutasavvıflar tezkiresidir. Yani, mutasavvıfların hayatlarına dair menkıbeler ve bazen de onlar hakkında olgusal bilgiler (ölüm tarihi, yaşadığı yerler vb.) içerir. Ayrıca, bu kitabın nüshaları ortalama 700 sayfa civarındadır, yani oldukça hacimli bir eserdir. Bu hacim, nüshaya bir fihrist eklenmesinde önemli bir etken olmuş olabilir; çünkü 700 sayfa içinde aranan bilgiyi bulmak zor olabilir.

Bu hatırlatmalardan sonra fihristeki ifadelere dönersek, eğer fihristte bir Şeyh İsrafîl adı geçiyorsa, mantıksal olarak nüshanın metninde de Şeyh İsrafîl'e dair bir bölüm olmalıdır. Nitekim, nüshaya bu gözle bakıldığında, gerçekten de onun 40a’sında (yani belirli bir bölümünde) bu şahsiyetten bahsedildiği görülmektedir.


40a’da Şeyh İsrafîl’in bulunduğu kısım.


Nüshaya baktığımızda, Şeyh İsrafîl’in tam adının ana metinde, fihristekinden çok daha detaylı bir şekilde ve altın mürekkeple yazıldığını fark ederiz. Ancak ilginç olan, Şeyh İsrafîl’in adının sayfa kenarında kırmızı mürekkeple, fihristteki gibi kısaca yazılmış olması ve yine fihristteki gibi Şeyh İsrâfîl, Kuddise sırruhu şeklinde belirtilmesidir. Peki, o halde Cim harfi nedir ve sayfa kenarında neden bu tarz bir işaretleme yapılmıştır?

Bilindiği üzere, Arapça’da harflerin de sayısal değerleri vardır ve Cim harfinin Ebced hesabındaki değeri 3’tür. Nüshaya bu gözle baktığımızda, mesele açıklığa kavuşur: Şeyh İsrafîl, tezkirede hakkında madde bulunan üçüncü mutasavvıftır. Bu durumda Cim harfi meselesi ve sayfa kenarında Şeyh İsrafîl’in adının kırmızı mürekkeple tıpkı fihristteki gibi yazılması, anlam kazanır. Bu örnek bize, Osmanlı döneminde fihristlerin nasıl kullanıldığını gösteren önemli bir ipucu sunar.

Eğer bir okur, bir mutasavvıf hakkında bilgi edinmek istiyorsa, öncelikle böylesine hacimli bir mutasavvıflar tezkiresine erişmesi ve onu okuyabilmesi gerekir. Diyelim ki, birisi tekkedeki şeyhine bu kitabı okuttu; okuyan kişinin, ilgili mutasavvıfı bu hacimli nüshanın başındaki fihristten bulup, Ebced değeriyle yerini tespit etmesi ve fihristin devamı niteliğinde kırmızı mürekkepli kısımlarla sayfa kenarından doğru bölüme ulaşması gerekmektedir.

Kıssadan hisse: Geçmişte de “okur-dostu” kitaplar üretiliyordu. 700 sayfalık bir kitapta aradığınız bilgiyi bulmak zor bir iştir ve bunu kolaylaştıracak unsurlar eklemek, şüphesiz “okur-dostu” bir yaklaşımdır.